Umbra'ya Mektup


 

Sevgili Umbra,

Şimdi seninle benliğimiz ile örtülü kocaman ve aşılmaz olan duvarları yazarak daha net görünür kılacağız Ben anlattıkça küçülen içsel trajedim sen okurken büyüyecek olsa da ziyanı yok. Çünkü biz onu en nihayetinde, bulutlardan yapılmış kocaman bir tahta oturtacağız ve kelimelerin yok olarak başka bir ifadeye dönüştüğü bu yerde durup, sakince olan biteni seyredeceğiz.


varız efendiler varız!

ruhlarımızın derin ıstırabı

ölçülemese de

en güçlü varlık ispatımız


Yıllar önce şöyle bir söz söylemişim: “İçselleşmemi engelleyen tüm madde ortamlarında rol icabı yaşadığımı fark ediyorum." İtiraf etmeliyim ki Umbra, ben bir soyut delisiyim. Ve akıl sağlığımı bilinmezliğe olan tutkumla koruyorum. Kainatın içinde milyarlarca yıldır dönüp duran gezegenimizdeki bunca şaşırtıcı mevzuya rağmen, insanların standart bir gerçeklik içinde hiçbir şeye hayret etmeden yaşamasının gerçek anlamda bir delilik emmaresi olduğu kanaatindeyim. Şaşkınlık duymak için bir sineği incelemek yeterliyken, uzaylı beklentisinde olmak garip değil mi sence? Suni olan mevcut sistemin rutinine kapılıp, hayata dair o elzem soruları sormayanlardan kendimi fersah fersah uzakta hissediyorum. 

Yani anlayacağın, benim normallik kriterlerim de kendine özgü bir anormallik içeriyor.


ah yine Araf’tayım

başı sonu bir olan

kılıçtan keskin

kıldan ince

dar boğaz sırattayım

 

Varlığa tanık olmak adına bilinç sahibi olarak geldiğimiz somut ve fizik kanunlarına bağlı olan reel düzene çoğu zaman kendimi yabancı hissediyorum. Yıllarca dilenci misali avuçlarımı açarak kimsenin görmediği yerlerde sürekli hakikati aradım. Bir müddet sonra hiç dinmeyen var oluş sancılarıma rağmen gerçeğe henüz doğamamış olduğumu anladım. Belli dönemlerde kendi nevrozumdan ve acılarımdan, adeta anne koynundaki konforlu alandaymış gibi fakat bu kez rengi siyah olan sütü içer gibi beslendim. Asla işe yaramadığını anlayınca bundan vazgeçtim. Bazen de vicdanımı temizlemek maksadıyla olmadık durumlarda arıza çıkarırken egomu suçüstü yakaladım. İşin tuhaf yanı, tüm bu absürd şeyler peyderpey geçip gitmekteyken, hakikate olan yönelimim sayesinde herhangi bir batıla saplanmadım, kimseden medet ummadım veya materyalist tüketim olgularıyla asla oyalanamadım.   

***

            Kimileri unutmak için yaşar; kimileri de hatırlamak için. 

            Unutmak için yaşamak kolaydır, afyondur, tek odalıdır, yataydır.

            Hatırlamak için yaşamak ise korku ve arzularla yüzleşmek zaruri olduğu için zordur,                                 acıtır, çok katlıdır, dikeydir. 

             Ezeli bilgiyi hatırlamayı seçen için ise artık geri dönüş yolu yoktur.

***

acı ve haz birer avuntuyken

ne diye birinden ötekine koşmaktasın?


yaşam uyutucu bir ninniyken

n'için debelenip durmaktasın?

  

***  

Evet sevgili Umbra, beni zaman zaman yoklayan inziva isteğim asla felsefi bir arayış, marjinal bir hareketlenme veya dürtüsel bir ifade şekli falan değil. Öyle ki aldığım, biriktirdiğim, öğrendiğim, sahip olduğum, kısacası elde ettiğim görünen veya görünmeyen her şey; doğal bir süreç olan hayatta kalma içgüdüsüyle yakın bağlantıdaki egomun dinmek bilmez açlığını gidermek adına, süreklilik halinde bana anlam yitimi hissettirdi. Ve günün birinde günah keçisi ilan ettiğim "alt benliğimi" yakasından tutup hiç acımadan idam sehpasına götürüverdim. Fakat cesaretsizliğim nedeniyle ona kıyamadım; sadece hapsettim.

 Aman Allah'ım! O saatten sonra elimde avucumda "Oku!"maktan başka hiçbir şey kalmadı. Bu boşlukta seyyah olup yollara da düşemedim elbette. Çünkü ben sevgili Umbra, yaşama tutsağım.

 

bir ot bitti toprakta,

bir ben oldum varlıkta.

 

Madem ki insan kılığındaydık; hayvanlara ve bitkilere saygı duymasını umduğum kendi türümden sadece anlaşılmayı talep ettim. Cevap gelmeyince zaman zaman “kimse yok mu?” diye vaveyla kopardığım oldu. Çığlıklarım dağlara çarptı; üzerime aksetti ve kendi sesimin gürültüsüyle yere yıkıldım. Uzay ve zamanın dışında kalan bir çeşit ölüm gibiydi bu tecrübe.

İşte tam da o sıralarda dipsiz bir sessizliğe dalmaya niyetlenmişken, tekrardan aynı soruların içinde sıkışıp kaldım. Eğer ki bu sırada birisi çıkıp “tüm cevaplara” talip olsaydı, tekellik arayışımın büyüsünü ve yüce yalnızlığımı tamamen bozmuş olacaktı. Hal böyleyken, kendi içimde tek başıma sığabileceğim kadar dar bir hücrede, üç karanlık evrede, cenin misali ıstirahate çekildim. Ve orada  üç şey dışındaki her şeyin sükut etmesini istedim.

1. Tanrı her şeydir;

2. İdrak ona açılan kapı

3. Sevgi kapının anahtarı

 

Anladım ki sevgili Umbra, ben yaratıcıdan başka herhangi bir olguda anlam bulamayacağım. Son zamanlarda "üst benliğim"in bir dirhem yaklaşarak tecrübe ettiği, muhtemelen anlattığımda anlamı kaybolacak olan “eşyanın ve insanın hakikati” meselesinin de, yalnızca mutlak töze yönelerek özümsenebileceğini fark ettim.

Sonsuza olan inancım sayesinde umudum en çorak topraklara gömüldüğünde bile bir zaman sonra yeniden yeşeriyor ve varlık, pozitif bilimlerin sunduklarının çok daha ötesinde bir kavrayış imkânı ile tahammül edilebilir hâle geliyor. 



daha başkaya kavuşmak dileğiyle, şimdilik hoşçakal..











Fotoğraf: Tuğba K. /  2019

Yorumlar

Popüler Yayınlar