İstivâ : Zat'ın Arşı

 

üzeri karlarla kaplı bir yanardağ idim ben

hüzün yüklü şarkıların notalarında titreşerek geldi

ve çöktü göğüs boşluğumun sol yanına

önce sarsıntılar,

ardından yangınlar, sonra seller..

durgun ve derin bir göle dönene dek

bilmem ki kaç gece geçti böyle

 

artık duyabiliyorum sessizlikte

ufacık bedenim mesafesiz

kainatı buyur ediyor içeri

güneşten parlak yıldızlar

kör ediyor gözlerimi

kucağıma kıvrılıyor

hak isminden mütevellit

doğarken gülmekte olan

küçücük bir hakikat

bilmiyorum onunla ne yapacağım

nasıl büyür, neyle doyar?

 

Tanrım ellerim kanıyor bak!

kaçıp uzaklaştığım zakkum’un dikenleri

hâlâ sımsıkı avuçlarımda,

kökleri göğe doğru uzanan tûbâ

sağ yanımdan beliriyor ufukta

 

bu iki ağaç arasında, Araf’ta


dünyanın yükü hafiflerken sırtımda

son nefesini veren biçarelerin iniltilerini işitircesine

utanç duyarak boşa alıyorum tüm serzenişlerimi


ve kendi karanlığımla yüzleşiyorum cesurca


başkalarının karanlığı da apaçık olunca,

yargılamadan anlamanın kapıları açılıyor ardı sıra

 

tüm rolleri bakışlarıyla bozan bir veli

bağırtısıyla kaos yaratan bir deli gibi

sıradanlığa meydan okuyorum şimdi


acının zahirde kaybettirirken, 

gizlice kazandırdıklarıyla.

 

Tanrım,

heba ettiğim onca yıl için senden af diliyorum

izin ver yaklaşayım lütfuna!

kavrayışımı zenginleştir

ve şuurumdaki bulanıklığı netleştir ki

 

Habil ve Kabil ile süregelen manevi entropinin,

öncesinde şeytanın kibrinin sebebini sorabileyim sana


sahi yaşam sahnesinin perdesini açmak içindi tüm bunlar,

değil mi?


 ***


her şey zıddıyla anlaşılıyor

iyilik de kötülükle,

özgür irade ehliyetiyle

niyetler kadere dönüşüyor

şahidim.


gölgelerimizin biçimleri farklı farklı,

renkleri ise hep aynı,

fakirin ve zenginin "mutluluk algıları" da böyledir

bilirim.


peki ya keder ve üzüntü

bu hislerle nasıl baş etmeli?

unutturacağını umuyoruz

hafızaların taşınacağı vakitsiz aleminde hepsini.

 

ne bir evliyanın

ne de bir eşkiyanın

musalla taşında üşümez çıplak bedenleri


işte bu sebeple sevgili Tanrım,

el pençe divan duracağımız

eşitleyici ölümün önünde

adaletini istemeden hemen önce

bir histeri kriziyle

tüm varoluşsal sancılar için 

haykırarak ağlayacağım


Ah! bunca şeffaf gözyaşıyla

kim bilir hangi nehirde çağlayacağım?

 

ve bir gün tüm yazdıklarımı tutuşturacağım,

aykırı sözcüklerimin ışığı

diyar-ı irfandan yansıyıp

altı rengi birden alt eden mavi'den süzülürken

kül etsin diye geçmişi

ve bir dirhem dahi olsa

aydınlatsın diye her salise geçmişte kalan geleceği.


***

 

Hayır Tanrım, inanmıyor değiller

kavgalılar seninle,

hâlbuki inanmak en çok

yüreğinde merhamet ve adalet taşıyan küskünlere yakışacakken,

keskin bir inatla

absürd'ün ve hiç'in gardiyanlığında

umutsuzluk kalesindeki bu rızai tutsaklıklar niye?

 

hiçbir şey beyhude değil,

asla tesadüf de değil

aksi halde periyodik cetvelden genoma

oradan yıldızlara uzanan tüm bu varlık

nasıl sığardı zihinlere?

 

şah damarından yakınlığıyla içkin

her şeyi kuşatmasıyla aşkın olan varlığın

ispata tabi olan bir mantık yasası değil elbette

 

zira metafizik karşılıyor bizi

bilimin götürdüğü zirvelerde

 

kanun koyucu sensin,

kütle çekimine itaat eden atomun sırrını bilen de sen,

ruh beden düalizminde

örtük algılanabilsen de

gözlemlenebilir evrendeki misaller

matematikle apaçık ediyor seni


yaşamdasın binbir tecelliyle..


 ***


eksiksiz sevginin asıl öznesi olduğun anlaşılsın diye

eksik yarattığın insana duyulan aşkı var eden

isyan edene değil; kulak verene öğreten

yüce Tanrım!

sensizlikle yaşanan bu alem,

engelleyen, kaygılandıran,

hayal kırıklığı ve boşluk duygusu yaratan

illet bir küreden başka ne ki?


melankolik veya kandırmaca bir dindarlığın değil;

tek kelimeyle hakikatin peşinde

senin yolunu tuttukça,

mekandan ve zamandan münezzeh

içimdeki dar-ı dünyada

bir ben inşa ediyorum

"ben" demekten çok ırakta

 

bu başkalık için teşekkür ederim.






Fotoğraf: Tuğba K. / Gölge'nin Geometrisi / Eylül 2022

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

Yorumlar

Popüler Yayınlar